Toplumsal eşitsizlik nedir, hangi farklı
boyutlarından bahsedebiliriz?
Toplumsal eşitsizlik, toplumda sınıflaşmalar dolayısıyla bireylerin toplumsal
yerleri arasında ortaya çıkan ayrılıkları temsil eden bir kavramdır. Genel
olarak toplumsal eşitsizliğin boyutlarına bakacak olursak: eğitim, siyaset,
kültürel, doğal, mesleki ve benzerleridir. Genel olarak bu boyutların analizini
yapacak olursak da, ölçüt olarak oluşturulup 'normal' addedilen standarta
uyanlar ve uymayanlar olarak ayrılan, hak farkı olan iki sınıf görmüş oluruz.
Pride filminin toplumsal eşitsizlik bağlamında değerlendirilmesi
Pride filmi, toplumsal eşitsizliğe uğrayan iki sınıfın bir olma, olabilme
hikayesini anlatan bir filmdir. Bu film, maden işçileri ve LGBT bireylerinin
eşitsizliğe uğrasalar da birbirlerine, en azından bir kısmının, aynı gözle
bakmadığının anlaşıldığı bir filmdir. Bauman'ın kitabının Doğa ve Kültür
bölümünde, bu ikilemden bahsedilir. Toplumsal eşitsizliği madenciler
kendilerine doğal olarak uygulanan haksızlık olarak görürken, LGBT üyelerinin
kültüren, yani isteyerek, seçimle eşitsizliğe uğradıklarını düşünürler. Bunun
sebebi, ellerinde olmayan güçler yüzünden haksızlığa uğradıklarını düşünmeleridir.
Oysa iki sınıf da ellerinde olmayan nedenlerle, yani öncellerinin toplumsal
norm olarak koyduğu kurallarla bu eşitsizliğe uğrarlar. Bu sınıflar iki ayrı
noktadan incelenebilir. Birincisi gruplar olarak yorumlanarak, diyilebilir ki,
toplum kendini bir dış grup olarak heteroseksüel bir gruba ayırmıştır. Bu
yüzden de bu gruba uymayan kısma 'onlar' der. İkincisi, sınıf ayrımı olarak
yorumlanabilir. Kapitalist düzenin üretim araçlarına sahipler ve tabiiler
olarak yorumlandığı bir iktidar ve statü mücadelesi olarak bakılabilir. Burada
da iktidar sahibi olabilenler normu oluşturur ve kendi normlarını iktidarla
meşrulaştırır. Toplum gözünde bu norma uyanlar, ‘biz’ken; uymayanlar,
‘onlar’dır. İki sınıfın da eşitsizliğe uğrama nedeni, toplumsal norm olarak addedilen
kriterleri içselleştirememediklerindendir. Bu iki 'onlar' grubunun bizleşmesi,
bir biz grubu oluşturması bize göstermektedir ki ön yargılarla dolu
zihinlerinin yargılaşması, yani yargılaşacak kadar bilgi toplayabilmesinden ve tanıyabilmesinden
kaynaklanır. Toplumsal normlar, toplumsal ön yargılara ve bireysel ön yargılara
dönüştükçe ön yargı sahibi iki grup artık birbirine insan olarak değil, kimlik
olarak bakmaktadır ve kendilerini onlar neyse o olmayarak kimlikleştirmektedir.
Bu da birbirlerine karşı olan etik anlayışlarını yok etmektedir. Burada
Nietzsche'nin Ahlakın Soykütüğü kitabının kuzu-avcı kuş metaforuna bakmamız,
iki grubun birbirine bakış açısını kolaylaştıracaktır. Bu iki grup bu haldeyken
toplumsal normlara ve kendilerine yabancılaşarak ön yargılarından ayrılıp,
toplumsal eşitsizlikleri yok etmek isteyen bir grup haline geliyor. Toplumsal
eşitsizliğe maruz olanlar grubu da, uğrayanlar tarafından bizleştikçe, bir güç
elde ediyor. Bu güçle de toplumsal normların yeniden düzenlemesini ve eşitsizliğin
ortadan kaldırılmasını sağlıyorlar. Toplumsal normlar ve toplum; önceller
tarafından oluşturulsa da, bu normlarla toplumsallaşma olsa dahi, toplumsal
normun ve toplumun sürekli bir devinim halinde bulunduğunu, öncellerin
sonralları tarafından değiştirilebilen ve yeniden düzenlenebilir olduğunu
örneklendiriyor. Bu devinimliliğin eşitsizliği eşitliliğe de
devindirebileceğini bize gösteriyor.
Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizliklerin karşısında nasıl bir araç
olabilir?
Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizliklerin yok olmasını sağlayacak
bir araç olabileceği gibi onların daha da eşitsizleneceği bir araç da olabilir.
Bu bakış açısı ve kullanımına göre değişebilir.
Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizlikleri şu yüzden yok edebilir, çünkü
o, bulunduğumuz toplum ve kültürün analizini bize sunar. Biz bunları anladıkça
da farkındalığımız artar ve bu sayede daha geniş perspektiften bakabiliriz bu
da bize sunulan özgürlük alanını arttırmış olur. Bunu şu şekilde
metaforlaştırabiliriz: Siyah ya da beyaz arasında seçim yapmak, özgürlüktür.
Ama siyah ve beyazdan gri yapılabileceğini bilmek ve bununla birlikte sarıyı,
maviyi, yeşili bilmek ise daha geniş bir özgürlüktür. Bu daha geniş özgürlüğe
de, sosyolojik bir bakış açısıyla ulaşabiliriz. Bu da özgürlük alanımızı
genişletir. Bu sayede de toplumsal eşitsizliklerin ve ahlakın kökenine
indiğimizde, aslında sadece öncellerin oluşturduğu, kutsal ve dogmatik olmayan
sadece alışkanlıklardan ibaret eylemlerden oluşan bir temelde temellendiğini
görürürüz. Bu da aslında doğal dediklerimizin bile, doğal olmayanda
temellendiğini anlamamıza ve eşitsizliklerin haksızlık olduğunu anlamamıza
yarar.
Sosyolojik bakış açısı bir iktidar aracı olarak görülerek eşitsizliği
arttırabilir. Yani eşitsizliklerin doğal olmadığını ve haksızlık olduğunu
bilsek dahi, pragmatik nedenlerle bunları doğallaştırıp, insanları sabote
edebiliriz ve devlet tekelinde onları toplumsal kurumlarda istediğimiz
normlarda toplumsallaşmasını sağlayabiliriz. Örneklendirecek olursak: Devlet
okullarında zorunlu din eğitiminin olması ve din eğitiminin ahlak eğitimiyle
özdeşleştirilip, küçük yaştaki çocuklara 'biz ve onlar' ayrımının yaptırılması,
Lut kavmi metaforuyla eşcinsel olanların yanması gerektiriğinin empoze
edilmesi. Tarih derslerinin milliyetçi bir anlatımın üzerinden anlatılması,
objektif olmaması. Yani, sosyolojik bir bakış açısıyla istenilen toplumu
yaratmaya çalışmak.
Özetleyecek olursak, sosyolojik bakış açısı bir farkındalıktır. Bu farkındalık
da insanlara kendi üzerlerinde ve diğer insanlar üzerinde güç sağlar. Bu güç de
kullanımına göre, eşitsizliği yok eden ya da onu arttıran bir araçtır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder