10 Ocak 2018 Çarşamba

Toplumsal eşitsizlik nedir, hangi farklı boyutlarından bahsedebiliriz?

Toplumsal eşitsizlik, toplumda sınıflaşmalar dolayısıyla bireylerin toplumsal yerleri arasında ortaya çıkan ayrılıkları temsil eden bir kavramdır. Genel olarak toplumsal eşitsizliğin boyutlarına bakacak olursak: eğitim, siyaset, kültürel, doğal, mesleki ve benzerleridir. Genel olarak bu boyutların analizini yapacak olursak da, ölçüt olarak oluşturulup 'normal' addedilen standarta uyanlar ve uymayanlar olarak ayrılan, hak farkı olan iki sınıf görmüş oluruz.

Pride filminin toplumsal eşitsizlik bağlamında değerlendirilmesi

Pride filmi, toplumsal eşitsizliğe uğrayan iki sınıfın bir olma, olabilme hikayesini anlatan bir filmdir. Bu film, maden işçileri ve LGBT bireylerinin eşitsizliğe uğrasalar da birbirlerine, en azından bir kısmının, aynı gözle bakmadığının anlaşıldığı bir filmdir. Bauman'ın kitabının Doğa ve Kültür bölümünde, bu ikilemden bahsedilir. Toplumsal eşitsizliği madenciler kendilerine doğal olarak uygulanan haksızlık olarak görürken, LGBT üyelerinin kültüren, yani isteyerek, seçimle eşitsizliğe uğradıklarını düşünürler. Bunun sebebi, ellerinde olmayan güçler yüzünden haksızlığa uğradıklarını düşünmeleridir. Oysa iki sınıf da ellerinde olmayan nedenlerle, yani öncellerinin toplumsal norm olarak koyduğu kurallarla bu eşitsizliğe uğrarlar. Bu sınıflar iki ayrı noktadan incelenebilir. Birincisi gruplar olarak yorumlanarak, diyilebilir ki, toplum kendini bir dış grup olarak heteroseksüel bir gruba ayırmıştır. Bu yüzden de bu gruba uymayan kısma 'onlar' der. İkincisi, sınıf ayrımı olarak yorumlanabilir. Kapitalist düzenin üretim araçlarına sahipler ve tabiiler olarak yorumlandığı bir iktidar ve statü mücadelesi olarak bakılabilir. Burada da iktidar sahibi olabilenler normu oluşturur ve kendi normlarını iktidarla meşrulaştırır. Toplum gözünde bu norma uyanlar, ‘biz’ken; uymayanlar, ‘onlar’dır. İki sınıfın da eşitsizliğe uğrama nedeni, toplumsal norm olarak addedilen kriterleri içselleştirememediklerindendir. Bu iki 'onlar' grubunun bizleşmesi, bir biz grubu oluşturması bize göstermektedir ki ön yargılarla dolu zihinlerinin yargılaşması, yani yargılaşacak kadar  bilgi toplayabilmesinden ve tanıyabilmesinden kaynaklanır. Toplumsal normlar, toplumsal ön yargılara ve bireysel ön yargılara dönüştükçe ön yargı sahibi iki grup artık birbirine insan olarak değil, kimlik olarak bakmaktadır ve kendilerini onlar neyse o olmayarak kimlikleştirmektedir. Bu da birbirlerine karşı olan etik anlayışlarını yok etmektedir. Burada Nietzsche'nin Ahlakın Soykütüğü kitabının kuzu-avcı kuş metaforuna bakmamız, iki grubun birbirine bakış açısını kolaylaştıracaktır. Bu iki grup bu haldeyken toplumsal normlara ve kendilerine yabancılaşarak ön yargılarından ayrılıp, toplumsal eşitsizlikleri yok etmek isteyen bir grup haline geliyor. Toplumsal eşitsizliğe maruz olanlar grubu da, uğrayanlar tarafından bizleştikçe, bir güç elde ediyor. Bu güçle de toplumsal normların yeniden düzenlemesini ve eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını sağlıyorlar. Toplumsal normlar ve toplum; önceller tarafından oluşturulsa da, bu normlarla toplumsallaşma olsa dahi, toplumsal normun ve toplumun sürekli bir devinim halinde bulunduğunu, öncellerin sonralları tarafından değiştirilebilen ve yeniden düzenlenebilir olduğunu örneklendiriyor. Bu devinimliliğin eşitsizliği eşitliliğe de devindirebileceğini bize gösteriyor.

Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizliklerin karşısında nasıl bir araç olabilir?

Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizliklerin yok olmasını sağlayacak bir araç olabileceği gibi onların daha da eşitsizleneceği bir araç da olabilir. Bu bakış açısı ve kullanımına göre değişebilir.
Sosyolojik bakış açısı toplumsal eşitsizlikleri şu yüzden yok edebilir, çünkü o, bulunduğumuz toplum ve kültürün analizini bize sunar. Biz bunları anladıkça da farkındalığımız artar ve bu sayede daha geniş perspektiften bakabiliriz bu da bize sunulan özgürlük alanını arttırmış olur. Bunu şu şekilde metaforlaştırabiliriz: Siyah ya da beyaz arasında seçim yapmak, özgürlüktür. Ama siyah ve beyazdan gri yapılabileceğini bilmek ve bununla birlikte sarıyı, maviyi, yeşili bilmek ise daha geniş bir özgürlüktür. Bu daha geniş özgürlüğe de, sosyolojik bir bakış açısıyla ulaşabiliriz. Bu da özgürlük alanımızı genişletir. Bu sayede de toplumsal eşitsizliklerin ve ahlakın kökenine indiğimizde, aslında sadece öncellerin oluşturduğu, kutsal ve dogmatik olmayan sadece alışkanlıklardan ibaret eylemlerden oluşan bir temelde temellendiğini görürürüz. Bu da aslında doğal dediklerimizin bile, doğal olmayanda temellendiğini anlamamıza ve eşitsizliklerin haksızlık olduğunu anlamamıza yarar.
Sosyolojik bakış açısı bir iktidar aracı olarak görülerek eşitsizliği arttırabilir. Yani eşitsizliklerin doğal olmadığını ve haksızlık olduğunu bilsek dahi, pragmatik nedenlerle bunları doğallaştırıp, insanları sabote edebiliriz ve devlet tekelinde onları toplumsal kurumlarda istediğimiz normlarda toplumsallaşmasını sağlayabiliriz. Örneklendirecek olursak: Devlet okullarında zorunlu din eğitiminin olması ve din eğitiminin ahlak eğitimiyle özdeşleştirilip, küçük yaştaki çocuklara 'biz ve onlar' ayrımının yaptırılması, Lut kavmi metaforuyla eşcinsel olanların yanması gerektiriğinin empoze edilmesi. Tarih derslerinin milliyetçi bir anlatımın üzerinden anlatılması, objektif olmaması. Yani, sosyolojik bir bakış açısıyla istenilen toplumu yaratmaya çalışmak.
Özetleyecek olursak, sosyolojik bakış açısı bir farkındalıktır. Bu farkındalık da insanlara kendi üzerlerinde ve diğer insanlar üzerinde güç sağlar. Bu güç de kullanımına göre, eşitsizliği yok eden ya da onu arttıran bir araçtır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder